Hastalıkların tedavisi ve sağlığın korunması için bitkilerin kullanılmasına fitoterapi deniyor. Kadim tıbbın ken önemli uygulama yöntemi olan fitoterapi, kimyasal ilaçların son 100 yılda yaygın kullanılmasıyla itibarını kaybetti diyebiliriz. Nasıl kaybetmesin ki? Sanayi devriminden önce insanlığı kasıp kavuran grip, kolera, veba gibi salgınlar populasyonun %20-30'unun yok olmasına neden oluyordu. Sanayi devrimi ile teknik ve bilimde önemli ve hızlı gelişmeler oldu. Mikroskopun keşfi, mikropların tanımlanması ile birlikte antibiyotikler keşfedildi. Bu noktadan sonra tıp bilimi çok farklı boyuta sürüklendi. Artık basit bir çıbandan insanlar ölmüyordu, salgınlar sınırlı sayıda insanın ölümü ile sonuçlanıyordu. Kimyasal ilaçların bu başarısına bitkilerin ulaşması imkansızdı doğal olarak. Artık şifa herkesin bahçesinde, bakkalında, attarında değil ilaç firmalarına dönüşecek kimya fabrikalarında üretiliyordu. İlaçlar çay, kök, lapa şeklinde değil hap şeklindeydi. Artık sağlık bütçesi bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda kimya firmasının cebine akıyordu. Bu devasa gelirin istikrarlı bir şekilde bu sektörde kalması için neler yapılabileceğini tahmin etmek güç olmasa gerek. Enfeksiyonlara karşı kimyasal ilaçların kazandığı zafer diğer hastalıklar için de kısmen elde edildiğini söyleyebiliriz ama yolunda gitmeyen bir şeylerin de olduğu açık. Kronik hastalıklar için alınan bu ilaçlar hastalığı tedavi etmiyor sanki evirip, yönetiyor. Zaten tanımlama da böyle “Disease management”. Söz gelimi baş ağrısı ile baş vuran hasta tetkikler sonucunda organik bir neden bulunamıyorsa tedavi etmek için değil ağrıyı gidermek “hastalığı yönetmek” için ilaç veriliyor. Ağrı kesici ilacın yan etkisi ile belli bir zaman sonra karın ağrısı, mide yanması sorunuyla karşılaşan hastamıza mide asit salgılanmasını önleyen bir ilaç veriliyor. Sindirim sistemi asit salgısından yoksun olunca bazı vitamin ve minerallerin emilimi ve sindirim işlevi bozuluyor. Zaman geçtikçe bu defa hasta dikkat dağınıklığı, halsizlik, uyuşukluk gibi şikayetler baş gösteriyor. Bu şikayetler üzerine yapılan tetkiklerde B12 vitamini azalmış olarak gözleniyor. Hastamıza B12 vitamini içeren bir başka ilaç başlanıyor. Hikayeyi uzatmak mümkün ama anlatılmak istenen ortaya çıktığı için uzatmak istemiyorum. Sanki ilaçlar el ele tutuşup sırayla vücudumuzdan içeri giriyor. Bu durumdan kim memnun olabilir ki? Hastaların memnun olmadığı kesin ama bir doktor olarak söylemek isterim ki bu durum bizi de mutsuz ediyor. Hekimlik sanatı hastalığı iyileştirmek için geliştirilen bilgi beceri ve tecrübenin adıdır. Ağrıyı gidermek ile ağrıya neden olan illeti gidererek ağrıyı gidermek arasındaki farktır aslında. İş basite indirgendiğinde yani ağrıya ağrı kesici, tansiyona antihipertansif, depresyona antidepresan mantığıyla bakılınca hastalıklar iyileşmiyor kullanılan ilaçların sayısı yaşla orantılı olarak çoğalıp artıyor.
Fitoterapide durum nasıl? Aslında burada eleştiri tedavide kullanılan ilacın kimyasal, bitkisel olup olmaması değil. Zaten bir çok ilacın bitkilerden elde edildiğini bir çoğumuz bilir. Eğer biz bitkinin içerisindeki etken maddeyi izole edip miktarının arttırıp kullanırsak kimyasal ilaçlardan farklı bir sonuca ulaşamayız. Burada fitoterapinin önemli bir özelliği kimyasal ilaçlara üstünlük sağlıyor. Tedavide kullanılan bitkiler ilaç haline getirildiğinde yüzlerce aktif kimyasal madde, metabolit içeriyor. Günümüz imkanlarınca bu madelerden izole edilenlerin ne işe yaradığı tespit ediliyor (günümüz ilaçları genellikle böyle elde ediliyor). Ne işe yaradığını bilmediğimiz ve keşfedemediğimiz daha birçok metabolit daha olduğu biliniyor. Biz fitoterapide bunların tümünü alıyoruz. Fitoterapi işte bu asıl etki gösteren metabolitlere yanındaki yüzlerce ne işe yaradığı tam anlaşılamamış yan metabolitler dengeleyici bir etki gösteriyor. Neticede tek başına verildiğinde birçok yan etkisini göreceğimiz veya toksik etkisini göreceğimiz aktif metabolitlerin bu yıkıcı etkilerini engelleyip filtreliyorlar diyebiliriz. Bunun sonucunda kimyasal ilaçlarda görülen hızlı sonuç alma ve ileri dozlerda görülen toksik etki fitoterapide çok daha sınırlı oluyor. Bunun neticesinde tam iyileşme ama uzun süreli fitoterapötik ilaç kullanma durumu meydana geliyor.
Geleneksel tıp uygulamaları yüzlerce yıllık birikimin değil binlerce yıllık birimin bir eseri. Fitoterapi bunların en önemli olanlarından biri. Hepsinin de kendince bir felsefesi metodu var. Diğer geleneksel kadim tıp uygulamalarına değinmeden fitoterapinin felsefesini en basit şekliyle anlatacak olursak; fitoterapi felsefesine göre sağlıklı olmak bedensel, mental ve ruhsal düzeyde değerlendirilir. Buna göre bedensel sağlık ağrısız olma ve kendini iyi hissetme halidir. Ruhsal sağlık tutkuların esiri olmadan huzurlu ve dingin olmaktır. Mental sağlık ise her türlü ben odaklı düşünceden uzak, berrak düşünerek gerçeği olduğu gibi algılayabilmektir. Bu da tüm sistemlerin dengeli çalışmasıyla mümkündür. Sağlıklı insan mükemmel denge örneğidir. Bu duruma modern tıpta hemoistasis denmektedir. Bu dengenin bozulmasıyla hastalıklar oluşuyor tahmin edeceğimiz gibi. Dengesizlik sonucu hastalık durumu uzun sürerse alternatif yeni bir denge zaman içinde oluşur ancak bu çok uzun sürdürülebilir değildir genellikle. Buna da kronik hastalık deniyor. Fitoterapide tedavi genellikle üç kısımdan oluşur. Fitoterapinin üçlü tedavisinin omurgasını oluşturan “Dengeleyici tedavi” ayağı bu bozulmuş dengeyi düzeltmek için kullanılıyor. Bunun için genellikle coğrafik koşullara son derece dayanıklı adaptojen bitkiler kullanılıyor ki bunlar çok fazla sayıda değiller. Örneğin radyasyondan etkilenmeyen tek canlı Ginko Biloba (japon eriği/mağbet ağacı), Ardıç meyvesi, çok uzun sürede yetişen panax ginseng bunlardan birkaçı. İşte bu noktada fitoterapinin modern tıbba üstünlüğü ortya çıkıyor. Kronik hastalıklarda moddern tıp doğrudan müdahale ederek dengeyi gözetmiyor. Örneğin hipertansiyonu olan hastaya verilen beta bloker ilaçlar tansiyonu belli bir süre düzeltiyor ama nefes darlığı, uyku bozukluğu, iktidarsızlık gibi başka sorunlara neden oluyor. Fitoterapide uygulanan dengeleyici tedavi ise bozulmuş dengeyi düzeltme işini üstleniyor. Fitoterapinin ikinci kısmını ise “arındırıcı tedavi” oluşturur. Bedeni, duyguları ve mentalitesi ile mükemel dengeye sahip insan eğer hasta oluyorsa buna neden olan mutlaka bir sebep vardır. Bizi hasta eden sebebeleri kabaca stres olarak tanımlayabiliriz. Fiziksel, kiyasal, biyolojik ve psikolojik stresten bahsedebiliriz. Bunların vücudumuzda yaptığı toksik etki modern tıpta bilinse de detoksifiye edici “arındırıcı tedavi” göz ardı edilir genellikle. Fitoterapinin ikinci üstünlüğü burada devreye giriyor. Detoks etkisi gösteren bitkiler bu amaçla kullanılıyor. Bizi hasta eden stresin yıkıcı etkileri ortadan kalkınca hastalığın denge bozucu unsuru kaldırılmış oluyor. Üçüncü ayak olan hastalığın belirtilerine yönelik tedavidir ki genellikle adaptif tedavinin etkisini güçlendirmek ve şikayetleri gidermek amacıyla uygulanır.
Fitoterapide kısaca özet olarak verdiğimizin dışında daha birçok farklı yönlerin olduğunu belirtmek isterim. Günümüz fitoterapi uygulayıcıları kendini sadece bitkisel ilaçlarla sınırlamıyor. Gerektiğinde vitamin mineral desteğine de oldukça sık başvuruyor. Sağlığımızı bozan en önemli sebeplerin başında yanlış beslenme, hareketsizlik (sporsuzluk), kötü alışkanlıklar, düzensiz ve yetersiz uyku, kirlenmiş çevre gelir. Bu olumsuz şartların düzeltilmemesi durumunda geleneksel veya modern tıbbın tedavi edici etkisi sınırlı olacaktır.
Bu yazıyı hazırladığım süre boyunca bir çok insan bana hastalıkları için bitkisel bir ilaç tavsiye etmemi istediler. Kimi yolda hal hatır sorma arasında, kimi telefonda, kimi sms yoluyla. Bu insanlar haksız sayılmaz çünkü televizyon programınlarında prof.dr ünvanına sahip olup tıp doktoru olamayan insanlar çeşitli şikayetler ve hastalıklar için bitki kürleri tavsiye ediyor. Doğal olarak vatandaşımız fitoterapi uzmanı olarak bu televizyon programına çıkan bu insanları tanıyor ve işleyişin bu şekilde olduğu zannediliyor. Oysa bize bir fitoterapi amacıyla başvuran bir hastaya nasıl bir tedavi verileceği belirlememiz yaklaşık 1-1,5 saat sürüyor. Mutlaka egzersiz , beslenme tavsiyesi varsa kötü alışkanlıklardan kurtulması, rahatlama teknikleri anlatılıyor. Hastalar belli periyotlarla takip ediliyor.
Tedavide kullanılan bitkilerin avrupa farmakopesinde belirtilen standart ekstreleri kullanılıyor. Ekstre bitkinin standart yöntemlerle konsantre edilmiş haline deniyor. 1 kapsülde 1 kg brokoli bulunması gibi düşünebiliriz. Yani yeterli miktarda etken maddeyi alabilmek için çok miktarda bitki tüketmek gerektiğinden tedavide ekstreler kullanılıyor. Çaylarla kronik hastalıkları tedavi etmek çoğu kere mümkün olmuyor.
Fitoterapi ilaçlarının güvenirliği hem ülkemizde hemde dünyada bir başka sorun. Bunu için satılan ürünlerin “Tarım Bakanlığı Takviye Edici Gıda Onay Numarası” ve “Takviye Edici Gıda Onay Belgesini” GMP sertifikası (iyi ürün uygulama standardı) aramak gerekir. Maalesef fitoterapi ürünlerinde sahtecilik çok fazla gözleniyor. Bu nedenle tedavi amacıyla kullanılacak güvenilir fitoterapi ilaçlarını bulmak oldukça zor oluyor.
Tedavi sürecindeki olumsuzluklar bununlarla bitmese de ülkemizde geleneksel tıp olan olumlu yönde bakış açısı artmaktadır. Fitoterapi eğitimi alan hekim sayısı arttıkça halk ve siyasi otorite tarafından yeni bir anlayış gelişecek, merdiven altında bulunan bu kadim tıp uygulaması hak ettiği yeri alacaktır.